Kapitalizmin krizinin yegâne
çözümü proletarya devrimidir!
“Burjuvazinin sistemi, kendi bağrında
yaratılan zenginlikleri barındıramayacak denli daralmıştır. – Burjuvazi bu
krizleri nasıl atlatıyor?
Bir yandan siddet kullanmak suretiyle
üretici güçleri kitlesel olarak yokederek, öte yandan yeni pazarlar ele
geçirerek ve eski pazarlarını daha da acımasızca sömürerek. Bunun sonucunda ne
oluyor? Böylece bir yandan daha genel (yaygınlaşmış) ve daha muhteşem krizlerin
hazırlığı yapılırken bu krizlerin önüne geçmenin yolları da azalıyor.
Burjuvazinin bir zamanlar feodal düzeni yıkarken kullandığı silâhlar, bugün
bizzat kendisine çevrilmekte.
Ancak burjuvazi kendisini yok edecek
silâhları yaratmakla yetinmedi, bir yandan da bu silâhları kullanacak olan
insanları, modern işçileri, proleterleri de üretti.”
Karl
Marx ve Friedrich Engels, Komünist Parti Manifestosu, 1847
Bu alıntı ilk
yayımlanmasından 165 yıl sonra bugün tüm anlamını koruyor. Dünyanın hangi Hükûmeti
olursa olsun, ülkeleri ister örtülü bir diktatörlükle, ister burjuva
demokrasisiyle veya açık bir diktatörlükle yönetiliyor olsun, bu alıntı, dünya proletaryasının
ve geniş halk kitlelerinin içinde bulundukları koşulları kavramamızı sağlıyor.
Emperyalist
burjuvazi en yüksek kâr oranlarına ulaşmaya ve krizi de bu amaçla
kullanarak üretim aygıtını yeniden yapılandırmaya çalışıyor. Bu çerçevede,
ezilen ülkelerdeki yönetici sınıflar artı-değerden aldıkları payları korumaya
ve arttırmaya çalışıyorlar. Bu yeniden yapılanma tüm ülkeleri etkiliyor ve
sanayinin başka ülkelere kaydırılması, üretim araçları sökülen ülkelerdeki işçi
sınıfı ve geniş halk yığınları için bu, fabrikaların kapatılması, ücretlerin
düşürülmesi, işsizlik, aşırı borçlanma, yoksulluk ve sefalet anlamına geliyor. Yeni
fabrikaların kurulduğu ülkelerdeyse, aynı yeniden yapılanma şu anlama geliyor:
Topraklara el konması, yerel köylülüğün mülksüzleştirilmesi, sınırsız sömürü,
sefil ücretler, yaşam alanının kirletilmesi, vs.
Emperyalist
burjuvazinin hizmetindeki hâkim sınıflar Devlet aygıtını kullanarak
mücadeleleri bastırmaya ve proletaryanın ve geniş halk yığınlarının isyân
ederek devrim için örgütlenmelerinin önünü almaya uğraşıyor. Dünyanın her
yerinde Devlet aygıtı giderek daha fazla polis Devleti kimliğine
bürünüyor, ve kendi halkını yakından denetleyerek, fişleyerek bastırmaya
çalışıyor.
İster “solcu”
olsun, ister sağcı, burjuvazinin hiçbir kesimi krizi çözebilecek güce sahip
değil. Bu durum maskeli bir biçimde ilerleyen faşist hareketin ekmeğine yağ
sürüyor. Faşist hareket halkçı söylemlerle ve ekonomik krize dayanarak ilerliyor
ve adım adım güçleniyor. Zamanı gelince maskesini atacak ve en saldırgan
biçimde finans kapitalin çıkarlarını korumaya soyunacak. Öte yandan, tekelci
sermayenin çeşitli blokları arasındaki rekabet, pazarın yeniden paylaşımı
sorununu ve buna bağlı olarak yeni savaşların çıkması ihtimâlini de gündeme
getiriyor.
Merkezî sorun
Devletin sınıfsal yapısıdır. Aldığı biçim yalnızca koşullara bağlı olarak belirmekte. Devletin âşikâr
amacı hizmetinde olduğu hâkim sınıfın çıkarlarını korumak, yani emperyalist
burjuvazinin ve/veya ezilen ülkelerdeki devasa çoğunluğu temsil eden ve
dünyanın dört bir yanında acımasızca sömürülen kadın, erkek ve çocukların
karşısında çok küçük bir azınlığı temsil eden bürokrat-komprador ve feodal
burjuvazinin çıkarlarını güvence altına almaktır. Devletin bu rolü, krizle
birlikte geniş halk yığınlarının gözünde git gide daha belirgin bir hâl alıyor.
Her devrimin merkezinde yatan temel sorun da zaten burjuvazinin Devlet aygıtını
“en tepeden en aşağıya” kadar yerle bir etmek ve sonrasında da, bu yıkıntının
üzerinde yükselecek yeni bir aygıt inşa etmektir: Radikal bir biçimde farklı
olan ve temel amacı komünizme doğru ilerleyebilmek için sosyalist bir toplumun
kurulmasını sağlayacak bir Devlet. Başka bir deyişle, krize verilecek yegâne
karşılık devrimdir!
Bugün dünyanın dört
bir yanındaki ülkelerde proletarya ve geniş halk kitleleri mücadele ediyor
ve başkaldırıyor. Bu başkaldıri kendini çeşitli vesilerle ve değişik
biçimlerde ifâde ediyor: Genel grevler, hayat pahalılığına, işten çıkarmalara
karşı verilen mücadeleler, çalışmak için, sendika ayrımcılığına karşı verilen
mücadeleler, toprak edinme hakkı için sürdürülen savaşımlar, çevreyi korumak
için verilen mücadeleler, boş konut işgâlleri, boş toprak işgâlleri, polis
şiddetine karşı verilen savaşımlar, işsiz ve geleceksiz bir yaşama karşı
sürdürülen mücadeleler, kadınların yürüttüğü direnişler, vs.
Arap ülkelerinde,
devrimci önderliklerden yoksun yürütülen başkaldırı sonrasında, hâkim sınıflar
ve emperyalizm durumdan yararlanarak “demokrasi adına” harekete geçtiler ve
devrimci sürecin takip edilmesine karşı çıkıp, halkı sömürmeye devam ediyorlar.
Karşı çıkışlar ya emperyalist müdahâlelerle, ya da gerici güçlerce veya
reformist laiklerin veya dincilerin eliyle bertaraf ediliyor; o da yetmezse,
kanla bastırılıyor.
Arap Dünyasının
ezilen ülkelerinde, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde olduğu gibi, bugün
sosyalist devrimin ayrılmaz bir parçası olan yeni demokrasi devrimini
geliştirmek kaçınılmaz bir hâl almıştır.
Emperyalist
ülkelerdeki öfkeliler hareketi ve “Occupy!”, halkın sabrının taştığını yansıtan
gelişmeler olmakla birlikte, sistemi devirmeye varacak denli sistem karşıtı
olmadıklarını da gösteriyor.
Proletaryanın bu
mücadeleleri, bu başkaldırı hareketleri, kendiliğinden devrimci bir karaktere
sahip değiller. Yine de bu gelişmeler sayesinde, kitlelerin bilinçlenmesinde ve
devrimin zorunluluğunu kavramalarında ilk adımı attıklarını görüyoruz; bu
anlamda barış içinde geçiş yolları yöntem ve yanılsamalarının maskelerinin
düşürülmesi, sağın ve solun sırayla yer değiştirdiği hileli seçimlerin ifşa
edilmesi büyük önem kazanıyor.
Bugünün
komünistleri olan Maoistler, bu hareketlere katılmalı ve zaman içinde bunların
önderliğini üstlenmelidirler; proletaryanın devrimci gücünü ideolojik, siyasî
ve ögütsel alanlarda inşa etmeli böylece devrimin üzerinde yükseleceği üç
zorunlu bileşeni hayata geçirmelidirler: Maoist Komünist Parti, Birleşik
Devrimci Cephe ve özgül koşullara uygun olarak, Silâhlı Kuvvetler.
Varolan sendikalarda
ve kitle örgütlerinde bulunan reformistlere, revizyonistlere ve oportünistlere
karşı, onların arabulucu, uzlaşmacı politikalarına karşı mücadele etmeli,
talepler için yürütülen mücadelelerde kapitalist ve emperyalist sistem içinde
buldukları “çözümleri” sunmaktan başka
bir şey bilmeyen bu şahıslara karşı, bu davranışlarıyla, kitlelerin zihninde
oluşturdukları yanılsamaların, seçim yolunun, barışçıl yöntemlerin belki de
proletarya ve geniş halk kitleleri için de krize karşı bir çözüm olabileceği
yanılsamasının maskesini düşürmek için mücadele etmelidirler. Bu şahıslar
devrime hazırlanan işçi sınıfinın ve halk yığınlarının girişecekleri sınıf
mücadelesinin gelişmesinin önünde birer engel olarak dikilmektedirler.
İktidardaki
gericilere gelince, bunlar da ulus, köken, dinî inanç farklılıklarını
kullanarak işçi sınıfını bölmeye, proletaryayı ve halk kitlelerini parçalamaya,
böylece iktidarlarını sürdürmeye çalışıyorlar.
Dünyanın çeşitli
yerlerinde sürdürülen halk savaşlarını tanıtmak ve desteklemek, bunların
emperyalizmin krizine karşı yürütülen en ön cephedeki mücadeleler olduğunu
bildirmek görevimiz arasındadır.
Hindistan Maoist
Partisinin yürüttüğü Halk Savaşı, güçlü düşmanının saldırılarına başarıyla
karşı koymakla kalmıyor, aynı zamanda yaygınlaşıyor ve güçleniyor.
Filipinler’de de Maoist olduğunu açıklayan Filipinler Komünist Partisi
önderliğinde bir Halk Savaşı gelişiyor. Peru’daki tasfiyeci akıma rağmen Halk
Savaşı sürüyor. Türkiye’deki Maoistlerin yürüttüğü devrimci mücadele de halk
savaşı stratejisine uygun olarak gelişiyor. Başka ülkelerde de halk savaşı,
yeni inisiyatiflerin önderliğinde ve yeni gelişmelerin ışığında hazırlanıyor.
Bu eşitsiz gelişme
sürecinde mücadeleye hız kazandırmalı ve kapitalist sistemi yeryüzünden
kaldırmalı, sömürüsüz, ezilen halkların özgürleştiği, katliamların savaşların
olmadığı, yeni bir dünya kurmalıyız: sosyalist ve komünist bir dünya.
Yeryüzünün her
ülkesinde çalışmalı ve komünistlerin uluslarası örgütünü, enternasyonali inşa
etmeliyiz. Bu örgüt Marksizm-Leninizm-Maoizm ilkeleri doğrultusunda inşa
edilmeli ve bugünün somut koşullarına uygulanmalıdır; ancak böyle bir ortak
mücadele geliştirerek devrimin yolunda ilerler ve Komünist Enternasyonali
yeniden kurabiliriz.
Yaşasın Enternasyonalist 1 Mayıs!
Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!
Afganistan Komünist
Partisi (Maoist), Hindistan Komünist Partisi (ML) [Naxalbari], Maoist Komünist
Parti – Fransa, Maoist Komünist Parti – İtalya, Manipur Maoist Komünist
Partisi, Maoist Komünist Parti – Türkiye/Kuzey Kürdistan, Devrimci Komünist
Parti – Kanada, Avusturya (Maoist) Komünist Parti İnşa Komitesi, Maoist
Komünist Hareketi – Tunus, Tunus Maoist Komünist Örgütü, Fas
Marksist-Leninist-Maoistleri, Afganistan Emekçiler Örgütü (MLM), Manolo Bello
Halkın Mücadelesi Komitesi – Galiçya, Devrimci Pratik (Birleşik Krallık), Halka
Hizmet (medya MLM) – Oksitanya (Fransa)
No hay comentarios:
Publicar un comentario